Çin siyasetinin şifreleri | Kurumsallaşma-Leninizm geriliminde Pekin’de gücün kontrolü
While the term “authoritarian” has become the term of the day, it really does not tell us very much about China.
“Otoriter” terimi yaygın olarak kullanılsa da, aslında bize Çin hakkında pek bir şey söylemiyor.
Bir süredir, çok daha az haber ve çok daha fazla kitap okuyorum. Haber okumalarından tasarruf ettiğim vakti kitaplara ayırıyorum.
Bir haberci olarak Çin haberlerini izlemek, günlük bir rutinle radarlarınızı açık tutarak her gün üretilen onlarca haber içeriğini takip etmeyi gerektiriyor. Üzerine çok fazla yazıp çizilen bir ülkeden söz ediyoruz. Bir dönem Türkiye’de (90'lar olmalı) spor medyası, daha çok ilgi çektiği ve tirajları artırdığı gerekçesiyle Fenerbahçe haberleri üretirdi; bugün dünya medyasının ‘gözdesi’ Çin! Kimi yermek, kimi övmek için, her gün düzinelerce Çin hikayesini önümüze servis ediyor.
Kendi adıma bu gidişata biraz ara verdim. Haberleri günlük bazda izlemenin ve Twitter başında ‘etkileşimi bol’ paylaşımlar kovalamanın anlamı yok. Hadiseleri anlık gelişmeler olarak izlemekten ziyade, belli bir bağlamda okumaya çalışıyorum. Yoksa gün içinde haber bildirimlerinde karşımıza çıkan her ‘breaking news’, oyun değiştirici mahiyette görünebiliyor. Sürekli çarpıcı bir ‘story’ üretme baskısı altındaki haber merkezleri tarafından üretilen bu günlük gelişmelerin, bütünde ne anlam ifade ettiğini düşünecek vakit bulamadan, Twitter timeline’ina ve cep telefonunun bildirimlerine yeni bir ‘flaş gelişme’ düşüyor.
2011'de Pekin’e ilk kez geldiğimde, Çin’de dördüncü nesil liderlik emekliye ayrılıyor, Xi’nin başını çektiği beşinci nesil görevi devralıyordu. Bu ülkede yaşadığım süre boyunca, Xi’nin daha ilk günlerinden başlayarak gücünü nasıl sürekli konsolide ettiğini, Parti’sini ve ülkesini nasıl kendi master planlarınca dönüştürdüğünü ve hatta geçmişe dair anlatıyı nasıl yeniden şekillendirdiğini yakından izledim. Bugünlerde Çin, 20. Parti Kongresi’ne hazırlanıyor ve tüm bu güç ve yönetişim dinamiklerinin nasıl işlediği üzerine düşünüp -birçok Çin gözlemcisi gibi- 20. Kongre’den neler çıkabileceğine dair kafa yoruyorum. Elbette bazı işaretler ve varsayımlar olmakla birlikte, açıkçası o kongreden nasıl bir tablo çıkacağını kimse net olarak kestiremiyor. Xi’nin üçüncü bir dönem daha yola devam edeceği hususunda sanırım tüm gözlemciler hemfikir; peki bu ne şekilde olacak? Xi’nin kafasında ne var?
Bu sorunun belirsiz kalması, kurumları, teamülleri ve en iyilerin yükseltildiği meritokratik yapısıyla övünen bir siyasi yapıdan beklenmeyecek muğlaklıkta bir tablo sunuyor. Belki de tam şimdi o kurumsallaşma, normlar, dengeler, hizipler anlatısını, yeniden gözden geçirme zamanı.
Boston Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Profesörü Joseph Fewsmith’in "Rethinking Chinese Politics" adlı kitabı, bu anlamda zihin açıcı bir okuma oldu.
Fewsmith, dış politikanın yanı sıra, bu yazıda inceleyeceğim kitabında maharetini gösterdiği üzere, Çin’in iç siyasetinde uzman bir isim. (Bir ülkede iç siyasetin mantığını anlamadan, dış politikasını konuşmaya çalışmak… Fewsmith de kitabında, Çin’in dış dünyaya yaklaşımının son on yılda çarpıcı biçimde değiştiğine ve bu değişikliklerin Çin’deki iç değişikliklerle nasıl ilişkili olduğuna dikkat çekiyor.)
Kitap, Çin’de gücün nasıl organize edildiği, biriktirildiği ve bazen engellendiği hakkında. Gücün gelgitlerini ve akışlarını daha iyi anlamayı sağlayacak yeni bir yaklaşım önerme iddiasında. Yazara göre, mevzu Çin ve Çin Komünist Partisi olduğunda, “kurumsallaşmaya” odaklanarak Çin’in siyasi sisteminin en önemli yönlerinden bazıları gözden kaçırılıyor. Öyleyse bu siyasi sistemin nasıl işlediğini "yeniden düşünmek" gerekiyor.
Otoriter sistemlerle ilgili literatür, kurumsal düzenlemelerin daha istikrarlı rejimler sağladığı sonucuna varıyor; bununla birlikte, tam da Fewsmith’i bu kitaba yazmaya iten temel argümanlarından birinde savunduğu üzere, Çin’de sistemin uzun ömürlülüğü, bağlayıcı kurumların yaratılması yoluyla değil, kuralların eğilip bükülmesi yoluyla gerçekleşti. Kurumların zayıflıklarının göstergelerinden biri de ne sıklıkla manipüle edildikleri oldu.
"Otoriterliği inceleyen literatürün sorunlarından biri" diyor Fewsmith, "otoriter sistemlerde hiçbir ortak noktanın olmamasıdır."
Otoriter yönetim şöyle bir kategoriye indirgenir: Otoriter ülkeler, demokratik olmayan ülkelerdir. Otoriter yönetimleri tanımlamak için en yaygın sınıflandırma olarak monarşi, askeri rejim ve tek partili sistemler kullanılır, başka sınıflandırmalar da önerilmiştir. Susan Whiting, bir hukuk sisteminin detaylandırılmasının aslında otoriter siyasi sistemleri meşrulaştırabileceğini savundu. Aynı şey, parti içi ilişkileri yöneten düzenlemelerin ilanı için de geçerli gibi görünüyor. Bu tür yasalar ve düzenlemeler, yönetici elitin kendi güç uygulamalarını kısıtlamak yerine toplumu kontrol edip tahakküm altına alabileceği araçlar olarak ortaya çıkıyor.
“Tek partili sistem” kategorisi, yalnızca Çin’in tek partili bir sistem olduğu için değil, aynı zamanda literatürün tek partili sistemlerin uzun ömürlü olma eğiliminde olduğu sonucuna vardığı için de en umut verici olanı görünüyor. Ancak tek parti sistemleri kategorisi çok çeşitli ülkeleri içerir ve bunların çoğu Çin’e benzemez.
Fewsmith bu noktada bazı karşılaştırmalar not eder. Endonezya’daki Golkar, Malezya’daki Birleşik Malay Ulusal Örgütü (UMNO) ve Franco’nun İspanya’sındaki Falange birbirinden oldukça farklıydı. Singapur’daki Halk Hareketi Partisi (PAP) ilk bakışta biraz daha yakın gibi görünse de Singapur’un Çin’dekiyle hiçbir ortak yanı olmayan bir hukuk sistemi var. Dahası, Singapur’un bürokrasisi gerçekten Webercidir ve PAP, ÇKP’de çok belirgin olan "harekete geçirici" (seferber edici) özelliklerin çok azına sahiptir.
Bir örgütlenme biçimi olarak Leninizm
Peki ÇKP’nin ayırt edici özelliklerini tanımlamak için hangi kavrama müracaat etmeli? Fewsmith, bu bahiste hiç de yenilik yaratma derdinde değil; ona göre ÇKP tipik bir Leninist örgütlenme.
“Leninist” terimi bugünlerde daha az kullanılmaktadır, çünkü görünüşe göre Çin Mao döneminde olduğu kadar “totaliter” görünmüyor (bu yönde geri gidiyor iddialarına rağmen), yine de yazara göre “Leninizm” ÇKP’yi tanımlamak için en iyi terim olmaya devam ediyor.
Leninist sistemler elbette otoriterdir, ancak literatürde sıklıkla tanımlanan kişiselci, patron-müşteri egemen sistemlerden farklı işlev görürler. Yazara göre, Leninizm kavramını kullanmak bize Çin’in sistemi hakkında çok şey söyleyebilir. Leninizm, sistemin tepesinden altına hiyerarşik olarak uzanan bir sisteme atıfta bulunur. Sistemi bir arada tutan en önemli ilkeler, “kadroları kontrol eden parti” (dangguan ganbu) ve “doğru bir çizgi” üzerinden dayatılan ortak bir ideolojidir.
Yine de metnin giriş kısmında Fewsmith’in otoriterlik kuramlarını elinin tersiyle itip, Leninizm kavramını tek başına yeter bulmasında, okur olarak biraz daha ikna edilmeyi bekledim. Şöyle bir açıklama daha ikna edici olabilir:
Kurumsallaşma (institutionalization), gücün bir liderden diğerine geçmesine izin veren bir karar verme kuralı olarak tanımlanır. Kurumsallaşma, tanımı gereği, gücün kişiselleştirilmesini sınırlayan bir kurallar dizisidir. Harekete geçirici bir sistem olarak Leninizm böyle bir kural sağlamaz ve iktidarın tekrar tekrar konsolide edilmesi ve buna eşlik eden kişisel ağlar kurma eğilimi, sistemin kurumsallaşmasını engeller. Parti içi kuralların detaylandırılmasının, bu tür kuralların en yüksek liderliği kapsadığı anlamına gelmediğine dikkat edilmelidir; bunlar daha ziyade başkalarını bağlayan kurallardır. Belirli bir örgütlenme biçimi olarak Leninizm, daha geniş olan “otoriterlik” teriminden farklıdır.
Fewsmith’in kitabının temel argümanıyla özetlersek, reform döneminde Çin’in dört liderinin nasıl iktidara geldiğine, iktidarı nasıl konsolide ettiklerine (ya da edemediklerine) ve iktidarı devretme konusundaki ‘isteksizliklerine’ ayrıntılı olarak bakıldığında, bunların hepsi kurumsallaşmayı değil, içinde bulundukları Leninist çerçeveyi yansıtıyor. Farklı dönemlerde bir takım kurumsallaşma denemleri olsa da bu denemeler konjonktürel siyasi manevralar olarak kaldı, hatta çoğu zaman mevcut liderin gücünü daha da pekiştirmekten öteye gidemedi. 1980'de getirilen emeklilik yaşı düzenlemesi giderek etkin hale gelmiş ve yeni yükselenlere yer açılmasına olanak tanımışsa da, zamanla bu da, emeklilik yaşı yukarı-aşağı esnetilerek siyasi rakipleri ekarte etme aracına dönüştü. (Jiang Zemin’in bu aracı 1997 ve 2002'de nasıl kullandığı iyi bir örnektir.) Bu emeklilik sistemi, Çin’in siyaset arenasında, görevdeki lider emekli olduktan sonra uzun süre görevde kalabilecek kadar genç insanları terfi ettirmek için faydalı olmuştur. Bu yönüyle de aslında bir memura, kariyer basamaklarını parti bürokrasisinin standart hızından daha çabuk yükseltecek fraksiyonlara dahil olmak, genç partililer için ‘yol açıcı’ olmuştur.
Kurumsallaşma girişimleri arasında sayılan, 1990'larda parti içi demokrasiyi genişletme çabası olarak ilçe düzeyinde parti içi seçimlerin denenmesi gibi sınırlı deneyler, kurumsallaşma ile Leninist düzen arasındaki gerilimi açıkça ortaya koyuyordu. Bu gerilim esası, partinin “devrimci bir partiden” (gemingdang) “yönetici bir partiye” (zhizhengdang) geçiş yapmasıydı.
"Personel atamalarının izini sürmek, siyasi iktidarın ve politika üzerindeki kontrolün kurumlardan ziyade kişisel ilişkilere bağlı kalma derecesini yansıtıyor."
Komünist Çin’de gücün tek bir liderde veya liderlikte yoğunlaşması meselesinde, Deng Xiaoping hep bir kırılma noktası olarak görülür. Deng, gücün aşırı yoğunlaşmasından endişe duyuyor ve bir liderin kendi halefini seçmediği bir sistemi kurumsallaştırmayı umuyordu. Fewsmith’e göre burada ironik olan, gücün nihayetinde Deng’de toplanması ve itaat talep etmesidir. 1989'da Deng parti görevinden ayrılıp askeri pozisyonunu koruduğunda, partinin genel sekreteri Zhao Ziyang’ın kendisine itaat etmesini bekliyordu. 1992'de, tamamen emekli olduğu bir zamanda meşhur Güney Turu’na çıktığında, partinin hâlâ onun taleplerine uymasını istiyordu ve öyle de oldu. Uzunca ele aldığı bu bahiste Fewsmith’in çıkarımına göre, Deng, parti prosedürlerini kurumsallaştırmayı ummuş olabilir, ancak nihayetinde iktidarı kişiselleştirmesi parti kurumlarının gelişimini baltaladı. Fewsmith’in eleştirel okumasıyla bakıldığında Deng, Zhao Ziyang’ın tasfiyesinin ardından, Jiang Zemin’i üçüncü neslin, Hu Jintao’yu dördüncü neslin merkezi olarak tayin ederken de, kurumsallaşmadan ziyade, kişisel otoritesini tesis ediyordu. Ortada kurumsal bir prosedür yoktu. Jiang, günü geldiğinde iktidarı Hu’ya devretmeye istekli değildi, ancak Deng’in iradesine doğrudan meydan okumayı da göze alamıyordu. 15. Parti Kongresi’nin, Hu Jintao ve Wen Jiabao’yu sonraki liderlikleri için konumlandırması, kurumsallaşmış siyaset için bir model haline gelebilirdi.
"İktidarda mutlak bir hakimiyete giden yol, ancak onu çevreleyen tehditleri savuşturarak gelebilirdi. Gücün merkezileştirilmesi sadece ÇKP’nin örgütsel kültürünün bir parçası değildir; hayatta kalmak için bir araçtır."
Deng, Jiang’ı getirmişti getirmesine ama, en tepede kalmak için Deng’in desteği yeterli değildi. Jiang, iktidardaki ilk üç yılında hayatta kalmayı başarmıştı, ancak hâlâ iktidarı pekiştirmekten çok uzaktı. (Hani şu bizdeki "İktidar olup muktedir olamamak" meselesi!) 1989'u izleyen süreçte Jiang’ın etrafında hararetli ideolojik çekişmeler sürüyordu. Deng, bu dönemde orduya karşı Jiang’ı destekledi, ancak peşi sıra Jiang’ın ömür boyu hizmet etmemesi ve kendi halefini atamaması için de hamleler yaptı. 1989'da emekli olacağını ve partinin yönetimine karışmayacağını açıklayan Deng, yine de yakın gelecek için parti düzenlemelerine karar vermeye çalışıyordu. Deng’in partinin yapısal kusurlarına ilişkin analizi değişmemişti; gücün aşırı yoğunlaşmasını ciddi bir yapısal sorun olarak görmeye devam etti.
1980'de İtalyan gazeteci Oriana Fallaci’ye bir liderin kendi halefini seçmesinin “feodal” olduğunu söylemişti. Deng, ikisi başarısız olan üç halef seçmiş olmasına rağmen, Jiang’ın kendi halefini belirlemesini engellemeye çalışıyordu.
Deng, her zaman iş için doğru kişiyi bulma ihtiyacının bilincindeydi ve bu genellikle teknik uzmanlık gerektiriyordu. Uzmanlığa duyduğu bu saygı, onu parti ve hükümetin ayrılması fikrine yöneltti. Elbette Deng, partinin rolünün zayıflamasını savunmuyordu. Kendisinin belirttiği gibi, “Parti ve devlet liderliği sistemini reforme etmenin amacı, tam olarak Parti liderliğini ve disiplinini sürdürmek ve güçlendirmektir, onları zayıflatmak veya gevşetmek değil.” Deng’in bürokratizmin ve verimsizliğin nedeni olarak gördüğü, partinin genel politikayı belirleyeceği ancak her şeyi kendi başına yapmayacağı bir işbölümü tasavvur etti. Burada amaç, bir tür demokrasiye geçme niyeti şöyle dursun, partiyi daha güçlü ve daha verimli hale getirmekti. Sonuçta, Ezra Vogel’in işaret ettiği gibi, “Deng için kutsal bir şey varsa, o da Çin Komünist Partisi’ydi. Partinin eleştirilmesine içgüdüsel olarak kızardı.”
Deng, 1997 yılının Şubat ayında öldüğünde, bünyesinde barındırdığı güçlü adam siyaseti son buldu. Fewsmith’e göre güçlü adam siyasetinin böylece sonlanması, siyasetin giderek kurumsallaştığı fikrinde rol oynadı. Bununla birlikte, Yang kardeşlerin tasfiyesi, Ekim 1992'deki 24. Parti Kongresi’ndeki karışık sonuçlar ve nihayet Eylül 1994'teki 4. Plenum’da önemli müttefiklerin terfisi ve ardından 1995'te Chen Xitong’un tasfiyesi, "literatürde bazen tasvir edildiği gibi, gücün yumuşak bir geçişinden ziyade Jiang’ın kazandığı bir güç mücadelesinin ana hatlarını çiziyordu."
"Mao ve Deng’in ölümüyle birlikte siyasi sisteme aynı şekilde hükmedebilecek kimse kalmamıştı. İleriye giden tek yol normlar ve kurumlar geliştirmekti. Fakat — bu önemli bir fakat— kişisel ilişkiler Çin siyasetinin önemli bir parçası olarak kaldı. (…) Kurumsallaşma yolunda ne kadar ilerleme kaydedilmiş olursa olsun, iktidar mücadelesini sınırlamak için yeterli değildi."
Seferberlik sistemi
Çin’deki oyun, gücü her zaman liderin elinde yoğunlaştırmaktır ve yanındakiler, ona meydan okumak için değil, lideri desteklemek için oradadır. Üst liderliğin gücünü sağlayamayan bir lider hayatta kalamaz. Mao Zedong ve Liu Shaoqi arasında derin farklılıklar geliştiğinde olduğu gibi, liderlik bölünmeleri olabilir, ancak er ya da geç hiyerarşik düzen tesis edilir.
Pewsmith’in Çin sistemine dair kullandığı kavramlardan biri seferberlik sistemi. Bu seferberlik sisteminin kökleri, kadroların belirli görevleri yerine getirmek için köylüleri veya askerleri seferber ettiği partinin devrimci tarihine dayanmaktadır. Bu temel seferberlik sistemi, bazı değişikliklerle bugüne kadar devam etti.
Yine salgınla mücadeleden örnek vermek gerekirse, Çin’de parti-devlet bürokrasisi bu süreçte tam bir seferberlik moduna geçti. Resmi söylemde virüse karşı "halk savaşı" verildiği söyleniyordu. Sağlık bürokrasisi Wuhan için "seferber" edilmişti. Bu konuda kaleme aldığım uzunca bir makaleyi Pandemi Günlerinde Medyanın Serencamı adlı derlemede bulacaksınız.
(Burada şöyle bir çelişki göze çarpıyor: Hep bir seferberlik ve olağanüstü hal duygusu hüküm sürerken, uyum, istikrar ve normallik vurgusu yapmak. Sanki hayatın olağan akışı, hep olağanüstü bir seferberlikle mümkündür.)
Rasyonel-yasal otoriteye dayalı Weberci bir bürokrasiden ziyade bir seferberlik sistemi olan bu düzende, dengeler ve normlar, sisteme istikrar katabilecek enformel mekanizmalardır; gücü bir liderden diğerine aktarabilen veya güç mücadelelerini veya gücün yoğunlaşmasını engelleyebilecek kurumsallaşmış mekanizmalar değildir.
Fewsmith’in anlatısında, ÇKP’yi Leninist bir parti yapan şey, kadrolara dayanan hiyerarşik bir yapı ve seferber edici, görev odaklı bir parti olmaktır. Bir zamanlar onları bir arada tutan devrimci misyon ve seferberlik bir kez kaybedildiğinde, parti disiplini bozulabilir. Seferberlik duygusu diri tutulmalıdır. Salgınla mücadele, hava kirliliğiyle mücadele, yoksullukla mücadele, hep seferberlik işidir.
Xi nasıl yaptı?
Fewsmith kitabında Xi Jinping dönemine iki ayrı bölüm ayırıyor. 5. bölümde Xi Jinping’in Gücü Merkezileştirmesi incelenirken, 6. bölümün konusu 19. Parti Kongresi ve Leninizmin Canlandırılması.
Xi, birçok gücün kendisine karşı olduğu partide büyük çekişmelerin yaşandığı bir dönemde iktidara geldi. Yolsuzluğa karşı kampanyasıyla, Fewsmith’in tabiriyle iktidarı "neredeyse bir darbe" gibi devraldı.
Xi döneminin etkili araçlarından biri Merkez Disiplin Teftiş Komisyonu (CDIC) oldu. CDIC daha önce bu kadar açıktan siyasi bir şekilde kullanılmamıştı. Ekstra kaldıraç gerektiğinde, Xi yeni oluşturulan Kapsamlı Değişim için Küçük Liderlik Grubuna ve yine yeni oluşturulan bir başka küçük grup olan Ulusal Güvenlik Liderliği Çalışma Grubuna başkanlık etti. Bu iki gruptan ilki, daha önce reform döneminde yapılmamış bir şekilde başbakanın gücünü kısıtlayarak Xi ile Başbakan Li Keqiang arasında bir katman oluşturdu.
Xi’nin öne sürdüğü gibi, Bo Xilai, 18. Parti Kongresi’nde çok farklı bir sonuç elde etmek için Zhou Yongkang ve Xu Caihou ile işbirliği yapmaya çalıştıysa, o zaman parti derinden bölünmüş demekti. Hu Jintao ve Komünist Gençlik Birliği’nin (CYL) 18. Parti Kongresi’ndeki göreli gücü, bölünmenin başka bir boyutunu akla getiriyor. Xi yönetimi çok zayıf bir yönetim olarak ortaya çıkabilirdi. Bunun yerine Xi, Jiang Zemin ve Hu Jintao’nun takipçileri de dahil olmak üzere siyasi rakiplerine saldırmak için CDIC’yi cesurca kullandı.
Yolsuzlukla mücadele ve orduda reform
Xi iktidarının alametifarikası yolsuzlukla mücadele kampanyasında aranır. Doğrudur. Merkez Komite’den ordunun tepesine uzanan, dokunulmazlara dokunan son derece keskin bir müdahaleydi.
Yolsuzluk, sadece bir kişinin rüşvet almasıyla ilgili değildi, “yuvalar” olarak adlandırılan çıkar gruplarının, birlikte çalıştıkları şebekeler türemişti. Bunların en meşhuru kömür zengini Shanxi eyaletinde ortaya çıkan gruptu ve buradaki “politik ekoloji” yolsuzluğun doğal yatağına dönüşmüş gibiydi. Shanxi’de yerelde kurulan yolsuzluk ağı, Pekin’de yüksek liderlik koridorlarına uzanmaktaydı. Daha sonra bu yolsuzluk ağı -bizde Susurluk kazasının bir takım karanlık ilişkileri gözler önüne sermesi gibi!- Pekin’de yüksek bir liderin oğlunun (Hu’nun gözdelerinden Ling Jihua’nın oğlu) karıştığı bir Ferrai kazasının aydınlatılması neticesinde gün ışığına çıkacaktı.
Yolsuzluk davaları bir yandan parti içindeki derin bölünmeleri de yansıttı. Xi Jinping, parti içinde kurumsal süreçlerin işlemediğini açık bir şekilde söylüyordu.
Yolsuzlukla mücadele kampanyası asıl hedeflere giden yolu açmıştır. Xi kafasında belli bir ajandası olan bir liderdi ve aklındakileri yapması için yolunu temizlemesi gerektiğinin bilincindeydi. Yolsuzlukla mücadelenin imkan verdiği işlerden biri, orduda reform olacaktı. Xi’nin PLA’nın neredeyse tüm üst düzey liderliğini nasıl devirdiği ve hem operasyonel kapasitesini hem de kişisel kontrolünü artıracak şekilde orduyu yeniden nasıl yapılandırdığı hakkında görece daha az konuşuluyor.
O sırada emekli olan general Xu Caihou’nun tutuklanmasının gösterdiği gibi, Xi, hem kendi siyasi amaçları için hem de ordudaki çıkarların ve yapısal engellerin direndiği reformları gerçekleştirmek için ordunun (PLA) doğrudan kontrolünü ele geçirmeye kararlıydı. Kasım 2014'te, ordunun 420'den fazla komutanını Fujian eyaletindeki Gutian’a götürdü; burası Aralık 1929'da Mao Zedong’un, Zhou Enlai’nin desteğini aldıktan sonra liderliğini Zhu De ve diğerlerine yeniden dayatabildiği yerdi.
"Bir parti ordusu oluşturmak kolay bir iş değil. Liderlik çok fazla politikse, ordunun profesyonelliğinden taviz verilmesi muhtemeldir. Askeri taraf çok güçlüyse, siyasi kontrolden kaçar."
Xu Caihou emekli olmasına ve yolsuzlukla suçlanmasına rağmen (ve Guo Boxiong da benzer şekilde suçlanmak üzereydi), askeri komuta zinciri büyük ölçüde ikisi tarafından desteklenmişti ve ordu işlerini büyük ölçüde siyasi liderlikten bağımsız olarak yürütmüştü. Parti liderliğinin defalarca geri çevirdiği bir şey olan “millileştirme”den (ordunun partiden ziyade devlete tabi olması gerektiği fikri) bile bahsediliyordu.
Xi, sadece birkaç ay sonra Nisan 2015'te Guo Boxiong’u yolsuzlukla suçlayarak ilk adımı attı. Ardından, 2015 yılının sonlarında PLA’nın kuruluşundan bu yana en kapsamlı yeniden yapılanmayı başlattı. Yeniden yapılanmanın özü, dört genel dairenin — Genelkurmay Başkanlığı, Genel Siyasi Departman, Genel Lojistik Departmanı ve Genel Silah Departmanı — kaldırılması ve yedi askeri bölgenin yerine beş ortak harekat komutanlığı getirilmesiydi. Bu değişikliklerin, eski yapının modern savaş için gerekli olan ortak operasyonları uygulayamaması da dahil olmak üzere birçok nedeni vardı, ancak yeni yapının Xi Jinping’in kişisel kontrolünü büyük ölçüde artırdığına şüphe yok.
Bir diğer adım: Komünist Gençlik Birliği’ni engellemek
CYL’nin 1920'lere kadar uzanan bir geçmişi vardır ve her zaman ÇKP’nin "küçük ortağı" olarak kabul edilmiştir, parti üyelerini aktif göreve alınmasına ve yetişmesine yardımcı olur. Reform döneminde, CYL, partiye büyük liderler sağlamada şaşırtıcı derecede güçlü bir rol oynadı. Hu Yaobang, Kültür Devrimi’nden önce CYL’nin başkanıydı ve reform çabalarına yaptığı katkılardan biri, önemli pozisyonları almaları için genç liderler ağını kullanmaktı. Hu Yaobang’ın ağının bir parçası olmamasına rağmen, Hu Jintao 1980'lerin başında CYL lideri oldu ve 1984'te örgütün başına geçti. CYL’den şu anki başbakan Li Keqiang ve PB üyesi Hu Chunhua da dahil olmak üzere çırakları Hu’yu takip etti.
2015 yazında Xi, Komünist Gençlik Birliği’ni (CYL) de içeren bir konu olan partinin kitlesel çalışması hakkında bir konuşma yaptı. Xi’nin konuşmasının ardından, CYL’nin merkez ofislerini denetlemek için bir soruşturma ekibi gönderildi. Rapor, CYL’yi “bürokratik, idari, adam kayırmacı ve hedonist” olarak niteliyordu. Nisan 2016'da CDIC web sitesi, CYL’nin yanıtını, bir özeleştiri olarak yayınladı. Ancak, CYL’nin Ağustos’ta ortaya konan yeniden değerlendirilmesi süreciyle, bütçesi azaltıldı, örgüt partinin daha sıkı kontrolü altına alındı ve işlevinin güce ulaşmak değil, gençliğe uzanmak olduğu vurgulandı. Li Keqiang ve Hu Chunhua takip eden tasfiyeden sağ çıkacak olsa da, bir zamanlar gelecek vaat eden birkaç lider o kadar şanslı olmayacaktı. CYL’nin bir güç merkezi olarak eski parlak günleri sona ermişti.
Jiang gücünü pekiştirmeye çalışırken Deng bir güç olarak tepede kalmaya devam etmişti ve Jiang da aynısını Hu Jintao’ya yaptı. Xi, emeklilerin ve onların himayesindekilerin aynı şeyi kendisine yapamayacaklarından emin olmak istiyordu. Ancak bunu yaparken parti içi mücadelede yeni bir sayfa açtı. Fewsmith, bunun partiyi gelecekte nereye götüreceği bilinmese de, kurumsallaşma lehine atılmış adımlar olarak görülemeyeceğini yazıyor.
19. Parti Kongresi ve Leninizmin canlandırılması
Xi Jinping ilk döneminde gücünü ortaya koydu, siyasi rakiplerini saf dışı bıraktı ve ‘ihtiyarların’ siyasete müdahalesine son verdi. Ancak Xi, yapısal değişiklikler yoluyla siyasi seçkinleri veya merkezi gücü henüz yeniden oluşturmamıştı. Bunlar, 19. Parti Kongresi’nin ve onu takip eden dönemin görevleriydi.
Deng reformlarıcı diğerlerinden ayıran bir şey varsa, o da aşırı güç yoğunlaşmasını kırmaya yapılan vurgu ve partinin hükümetten ayrılabileceği inancıdır. Buna karşılık, 19. Parti Kongresi’nde Xi, “Tüm çalışmalarda partinin liderliğini sıkıca destekleme” çağrısında bulundu. Parti, hükümet, ordu, halk ve aydınlar, kuzey, güney, doğu veya batı, parti hepsini yönetmeye muktedirdi.”
Yeni oluşan PBSC’de Çin siyasetindeki üç ana siyasi ağdan yararlanan bir yapı dikkat çekiyordu. Li Zhanshu ve Zhao Leji, Xi’ye yakındır. Li Keqiang ve Wang Yang, Hu Jintao ve CYL ile ilişkilidir ve Han Zheng, hem Şanghay’da hem de PB’de Xi Jinping ile iyi çalışmış olmasına rağmen, Jiang Zemin’in himayesindedir. Wang Huning, Jiang Zemin tarafından Pekin’e getirildi, ancak Hu Jintao ve Xi Jinping ile yakın bir şekilde çalıştı ve üçüne de tarafsız bir şekilde politika tavsiyesi sundu. Wang’ın kariyerinde dikkat çeken, hiçbir zaman yerel yönetici olarak hizmet etmemiş olması ve kendine ait bir siyasi temeli bulunmaması. Parti tarihinde PBSC’ye katılan diğer tek siyasi entelektüel, 1969'da katılan Mao’nun siyasi sekreteri Chen Boda’dır.
Çin’de farklı ağlarla ilişkilendirilmiş insanları bir araya getirmek, yeni PBSC’nin üç “hizipten” oluştuğu anlamına gelmez. Aksine, Xi’nin ilk döneminde olduğundan daha fazla baskın olduğu açıktır. Bunun yerine Xi, Çin geleneğindeki “beş göl ve dört deniz”den (wuhu sihai) yararlanma konusundaki “kapsayıcılığını” gösterdi. Bu içerme, daha ziyade bir grubun gücünü olmasa da önemini kabul eden bir teselli ödülü gibidir.
Xi, göreve geldiği ilk dönemde yolsuzluğu ortadan kaldırması, ideolojik kısıtlamaları sıkılaştırmasıyla ün kazandı. Ancak zaman geçtikçe, Xi’nin aklında Deng Xiaoping veya Jiang Zemin’inkinden oldukça farklı bir yönetim modeli olduğu ortaya çıktı. Fewsmith, Xi’nin çabalarının, kurumsal bozulmaya yönelik eğilimleri tersine çevirmenin bir yolu olarak görülebileceğini belirtiyor. Xi’nin bakış açısına göre, bu eğilimler ÇKP’nin çöküşüne kapı açmıştı. Xi için hiziplerin büyümesi, disiplinin zayıflaması anlamına geliyordu; entelektüel tartışma ideolojik otoritenin kaybı anlamına geliyordu; yolsuzluk, parti amacının zayıflaması anlamına geliyordu; ÇKP içindeki grup çıkarlarının büyümesi, merkezileşmeye karşı bir meydan okuma anlamına geliyordu; devlette uzmanlığın geliştirilmesi (partinin aksine) ideolojik saflığın seyreltilmesi anlamına geliyordu; ve sivil toplumun, özellikle hakları koruma hareketinin ortaya çıkışı, parti otoritesine meydan okumak anlamına geliyordu.
Xi Jinping, 4 konuda partinin ve halkın "bilinçli" olmasını istiyor: Siyasi farkındalık, genel farkındalık, temel farkındalık, uyum sağlama bilinci. (政治意识、大局意识、核心意识、看齐意识) Burada uyum sağlamak olarak Türkçeleştirdiğim "kanqi" ifadesi dikkate değer. Askeri dilde sağa bak, sola bak, hizaya geç gibi komutlarda kullanılan bir ifade. Dolayısıyla bunu pekala "hizaya geçme bilinci" olarak da çevirebilirdim. Parti karşısında bir "esas duruş" beklentisi. Bu askeri terminolojinin ideolojik alanda kullanımı, Leninist-militarist bir yönetişim tarzının tezahürü.
Fewsmith bu dört bilinci, Çin toplumunda çok belirgin olan çeşitliliğe yönelik eğilimleri tersine çevirmeye çalışmak ve her şeyi tek bir cekete geçirmeye zorlamak olarak yorumluyor.
Ben burada yine Çin’in çelişkilerinden birini görüyorum: Binlerce yıllık medeniyet ve kültür tarihi, dev bir coğrafya ve etnik çeşitlilik; lakin bunun tek tipleştirilmesi. Kendi zenginliğini kısırlaştırmak. Ve çok çarpıcı bir şekilde, Batılı Çin algısı ile Çin’in kendini anlatmak için kurduğu dil arasında -iki tarafın da farkında olmadan sürekli beslediği- bir ortaklık oluşur: Batılı haber medyasının Çin genellemelerine itiraz eden Çin haber medyası, Çin’in realitesini tek tipleştirerek aslında o genellemeye de alan açar.
Kitap incelemeden biraz uzaklaşmak pahasına, Pekin sokaklarında geçen yıl çektiğim iki ayrı fotoğrafı tam da yeri gelmişken paylaşmak isterim. Sonra üzerine konuşalım..
Bu iki fotoğrafı kısa zaman arayla birbirine çok yakın noktalarda çektim. Solda askeri bir nizamla park edilmiş paylaşım bisikletleri, sağdaysa üst üste yığılmış bisikletler. Solda düzen var, sağda karmaşa. Solda etkin bir yerel yönetim anlayışı var, sağda iş bilmez ve umursamaz bir yönetim. Solda vatandaşının yaşadığı çevreyi düzeltme sorumluluğunu üstlenmiş bir yönetim anlayışı var, sağda kendi haline bırakılmış bir çevre.
Şimdi hangisine inanacağız? Pekin’de paylaşım bisikletleri hayatı kolaylaştırıyor mu, yoksa kaldırımları yürünmez hale getirerek hayatı iyice zorlaştırıyor mu? Bu konuda bir haber yapılacak olsaydı, pek çok Batılı medya organı muhtemelen sağdaki fotoğrafı haber görseli olarak kullanırdı. Çin medyasıysa soldaki fotoğrafı seçerdi. Biri karmaşa ve kaosa dikkat çekerken, diğeri olumsuzlukları tamamen yok sayarak düzenli ve mutlu bir yaşam hikayesi anlatırdı. Nihayetinde karşıt gibi duran bu iki dil aslında birbirini tamamlar. Bir ülkenin gerçek hikayesi, övgü ile yergi arasında öğütülür. Bu bisiklet metaforunu alın günlük haberlerin her birine uygulayın, sonuç farklı çıkmayacaktır. Bir taraf, "salgın Çin’in Çernobil’i olacak", "Evergrande Çin’in Lehman Brothers’ina dönecek" diye tetikte beklerken, diğer taraf "salgın karşısında dünyanın en güvenli ülkesinin Çin" olduğunu yazacaktır. Uzatmayalım.
Fewsmith’e göre, yolsuzluk operasyonlarından anayasa değişikliklerine, küçük çalışma gruplarından orduda reforma, Xi dönemi her halükarda Çin kurumlarının zayıflığını seleflerinden bile daha çok gösterdi.
Şöyle bitiriyor kitabını:
"Reform döneminin dört lideri arasında elit siyasete ilişkin bir araştırma, güçlerini nasıl örgütledikleri veya örgütlemeye çalıştıkları konusunda şaşırtıcı miktarda çeşitlilik olduğunu ortaya koyuyor. Zaman bir etkendi. Her lider hem yurt içinde hem de yurt dışında farklı sorunlarla karşı karşıya kaldı ve her birinin güç toplamaya çalışmak için farklı kaynakları vardı. Bazıları daha çok dengelere, bazıları daha çok hizipçi destekçilere güveniyordu. Bazıları kurumlar kurmaya çalıştı ya da kurmaya çalıştığını söyledi, lakin son tahlilde Leninist yapılar ve kendi iktidar arayışları bu tür çabaları boşa çıkardı. Nihayetinde, Leninizm kurumsallaşmadan daha güçlü olduğunu kanıtladı."
Daha önce Medium’da David Shambaugh’nun “China’s Leaders” kitabıyla ilgili bir inceleme yazdım. Fewsmith ve Shambaugh’nun eserlerinin tamamlayıcı nitelikte olduğunu düşünüyorum. Biri liderlere odaklanırken, diğeri liderlerin politik ekolojiyi nasıl şekillendirdiğiyle ilgileniyor. Fewsmith’in argümanlarını ikna edici bulacaksak, Çin siyasetini analiz etmenin mekanik bir tarafı yok; iş nihayetinde liderin şahsında bitiyor. Shambaugh’nun eserini Fewsmith’in tezlerine yakın kılan, sadece norm ve kurumsallaşmadan ziyade, liderlerin şahsına odaklanması değil, aynı zamanda Parti’nin karakterini belirleyen temel disiplin olarak Leninizme işaret etmesi. Shambaugh’ya göre, tüm Çin Komünist Partisi liderleri, ÇKP’nin Leninist tipte bir parti olduğu gerçeğinden derinden etkilenmiştir ve o sistem içerisinde hareket eder.